MENÜ

06 Mayıs Pazartesi Paylaşımı “Büyümeyen Çocuklar Ülkesi”

Büyümeyen Çocuklar Ülkesi

“Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa:

“Dünyada neler gördünüz?’ dese herhalde verecek cevap bulamayız.

Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki…”

Sabahattin Ali, Kırlangıçlar, Doğan Egmot

 

Çocuklarımız bizim aynamız mıdır? Büyürlerken şekil vermek için ruhlarını ıskaladığı-mız oyun hamurlarımız mıdır? Kimdir çocuklarımız?
Ellerimiz hep üzerlerinde. Daha ilk adımlarını atarlarken sendelemelerine, yere kapaklanmalarına fırsat tanımayız. Düşerlerse öper koklarız ellerini, dizlerini. Yenilgiyi zihinlerine gözyaşlarıyla kodlarız. İlkokula başladıklarında evlerinden okullarına taşıdıkları sıra arkadaşları, ortaokuldaki sivilcelerine müstehzi ifadelerle çıban, lisedeki başarısız sevilerinin görülmeyen müsebbibiyizdir. Fakülteler biter, yüksek lisans diplomaları duvarlarımızı ha bire süsler ama onlar hep çocuk, uçmasını kendi başlarına beceremeyen küçük serçelerimiz. Ciğerlerimiz sönüverse sanırız ki çocuklarımız kırkında da olsa kuvöze konulacak. Kendi hayatlarımızın emek kırıntıları biliriz onları. Varla yok arasında ama en çok kendi varlığımızla ortada. Kimse kendi evladının bir Küçük Kara Balık olmasına, kendi gezegeninin Küçük Prens’iymişçesine yaşamasına izin vermez. Seçeceği tilkiye bile biz karar veririz. Değil mi ki isimlerini biz koyduk, avuçlarındaki hayat çizgilerine kalem çekme hakkımız vardır.

Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar’da şöyle der: “Yatağına uzandı, ülkesini ve çocukları düşündü. Bu ülkede çocuklara yer yok. Başka ülkelerde varmış, her tarafı yeşil ülkelerde. Biz, büyük bir sabırsızlıkla çocukların büyümelerini bekliyoruz. Onların kafalarına vuruyoruz, adam olmaları için.  Kafalarını tıraş ediyoruz çabuk büyüsünler diye. “Benim içimdeki çocuk büyümedi. Yıllardır taşıyorum içimdeki çocuğu; yaşamadığı için büyümedi hiç, amcası.”

Oğuz Atay bunları yazalı neredeyse elli yıl oluyor. Elli yıldır çocukları büyümeyen bir ülke. Büyüyebilen çocukları ise ebeveynlerinin kopyası. Birey yetiştirmiyor, yetiştiremiyoruz. Teker teker yitiriyoruz yetişenleri de. Beyin göçü diyor ama sebeplerin üzerinde yeterince durmuyoruz. Dizlerini kırıp gözümüzün önünde oturmalarını diliyoruz hepsinden. Geçmişe dönüp baktığımızda milyonlarca özür biriktirmişiz. Çocuklarımızın bizi affetmelerini düşünmeden ömür tüketiyoruz. Olmak istemedikleri kişiler, sahip olmak istemedikleri meslekler, üzerlerine yapıştırdığımız kişiliklerle benliklerini gömdüğümüz mumyalar.
Çocuklarımız bu dünyaya birey olmak için geldiler. Bırakalım da kendi başlarına yürüyebilsinler. Uçmasını öğrenen yavru leylek, ilk mevsiminde hiç tanımadığı coğrafyada kanat çırpıyor. İncir yetişir yetişmez kopuveriyor dalından. Derler ki Âdem ile Havva’nın kavuşmaları yıllar sürmüş. Birbirlerine kavuşmak için ilkin kendileriyle kucaklaşmaları gerekmiş çünkü. Çocuklarımızı kendileriyle kucaklaştırmak için azıcık kapayalım gözlerimizi. Onlara birey olduklarını hissettirecek cümlelerle yaklaşalım. Bir müddet sonra bir bakmışız, her tarafı yemyeşil ülke olmuşuz. Şayet çocuklarımıza şemsiye olmaktan vazgeçersek. Ve göreceğiz o zaman Oğuz Atay’ın göremediğini; büyüyeceğiz.

 

Kaynak: Ahmet ÖZEL – Doğan Akademi, Eğitim Yayınları Editörü