15 Ekim 2018 Pazartesi Paylaşımı “Kâğıtsız Yazı”
Kâğıtsız Yazı
Kâğıtsız yazı olur mu?
Oluyor, oldu bile, çoktan girdi dünyamıza kâğıtsız yazı, yerini açtı, genişletiyor. Yağma, talan peşinde bir istilâcı mı, kana susamış bir sömürgeci mi, yoksa yeni ve amansız bir emperyalist düzenin akıllı silâhlarla donatılmış ordusu mu ekranın dibindeki dünyanın hâkimi mi, bilemiyorum. Bildiğim, bir münafık olarak ona teslim olmakta gecikmediğim. Adıma kurulmuş bir sanal site, beşinci yılını dolduran bir tartışma grubu, indirilmesine izin verdiğim metinler, seyrek ya da sık katkıda bulunduğum ortamlar, herhangi bir arama motoruna künyem yüklendiği an beliren uçsuz bucaksız adres listeleri tutuk ve iştahsız davrandım desem kargalar güler.
Kim, hangi sesle gülerse gülsün, kâğıtsız yazının ortamıyla aramda bir mesafe olduğu kesin. Bilgisayar edineli on beş yıl oldu; İnternete ara sıra başvuruyorum; yazışmaktan çok haberleşmek için kullanıyorum ekranı; kopuk, kesintili, kısacası oldukça düzensiz takiplerim oluyor, gelgelelim bütün bunlar için günde ortalama on dakikadan fazla zaman ayırmıyorum, bilgisayarımı taşınabilir olmasına karşın taşımıyorum, o nedenle de günler boyu ekran yüzü görmeden pek güzel yaşıyorum.
Daha önemlisi: İşlerimi bilgisayarda yapmıyorum. Yardımcım temize çekiyor hâlâ, yazdıklarımı. Artık yakınımda olmadığı için, bir süredir düzeltilerimi kendim yapıyorum, ama o işlemi bile çıkış alıp gerçekleştiriyorum. Kitaplarımın sayfa düzeni, içyapısı ve gerektirdikleri pek düzayak sayılmaz; özellikle “resimli kitaplar”ımın sayfa üstünde çatısını oluşturmak için enikonu çaba harcarım, ne ki bütün bu ayrıntıları dolaylı yoldan çözerim hep, ekran önüne geçmeye heves duymam.
Her şey, öyleyse, şunu söylemek için: Kâğıtsız yazı olmaz! Otuz sekiz yıldır yazıyor, otuz altı yıldır yayımlıyorum. Bu toplam süreyi kâğıt kalemle geçirdim, daktiloya da ısınamamıştım, bundan böyle de alışkanlığımı sürdüreceğimden hiçbir şüphem yok. Kâğıtsız yazı, öncelikle haz verici değildir. Yazmak, benim gözümde, hem gövdemin bütününü, hem de tenimi bağlayan bir fiil. Her şey temasla başlar içimde, hızlanır, harlanır: Kâğıda, kaleme dokunmazsam haz güdüsü geri çekilir, söner. Kâğıt seçen biriyimdir; yılların içinde yalandan tanımaya çalıştım farklı türlerini, atölyelere ve fabrikaya gittim, kâğıt ürettirdim, seçkin ve pahalı örnekleri için hovardalık yaptığım oldu, her vakit ömrüm boyunca tüketemeyeceğim bir stokun önümde arkamda beklemesine özen gösterdim, bu bana ölçülmesi güç bir güvence duygusu aşıladı. Dileyen bu eğilimi bir sapkı, anlamsız bir sapkınlık türü sayabilir, yoruma karışılmaz.
Kâğıdın bana sağladığı doyumun yanında bunun sözü mü olur?
Yazma aşamasında kalan bir ilişki değil, burada üzerinde durduğum. Yoksa kime ne, nasıl neye yazıyor olmanızdan denilebilirdi pekâlâ. Gelgelelim, kâğıt tutkusu bu boyutlara eriştiğinde, yazılanın hangi koşullarda yayımlanacağı, dolayısıyla okunacağı da aynı estetik haz kaygısının pençesine düşer.
Yıllar, okur alışkanlıklarımı değiştirmedi: Kendi kitaplarımın basılışında, her zaman dilediğim kâğıt türünün kullanılmasını şart koşabilecek lüksüm olmadı belki; gene de, oldukça sık, yayıncılarımı ikna etme çabası içine girdim, kimi yayınevleriyle çalışmayı yeğlememde malzemeye duydukları ilgi ve saygının payı büyüktü bundan önemlisi, kitap alıcısı kimliğinin bir parçası olarak kaldı kâğıt seçiciliği: Hâlâ, özgün baskıyı cep baskısına yeğlerim.
Kimileri, biçimsel tasaların içeriğe ağır basışının öyküsünü okuyabilirler bu bağlanışta; seçkinci, gösterişçi, hafifletici yaklaşım sayacakların da sayısı az olmayabilir. Açıkçası bu yaşımda, okuyarak ve yazarak geçirdiğim bir ömrün şu aşamasında, vız gelir tırıs gider. Kâğıtsız yazı, geri dönüşsüz bir evrim halkası, bir uygarlığın geri dönüşsüz sonunun miladi takviminin başlangıcı büyük olasılıkla. Bir nesne olarak kitap, gelecekte kısıtlı bir yere sahip olacak besbelli; kim bilir, belki de ortadan kalkacak. Kâğıdın üretemeyeceği, kâğıda gereksinme duyulmayacak bir çağın kapısından içeri attığımız ilk adımlar ola ki bunlar.
Bu geçişi görmeden çekip gitmek istemezdim buradan.
Bu geçiş tamamlanmadan gideceğim için kendimi şanslı sayıyorum.
Kaynak: Enis BATUR “Pervasız Pertavsız”