29 Ekim 2018 Pazartesi Paylaşımı “Demokrasiyi Çocukken Öğrenmek”
Demokrasiyi Çocukken Öğrenmek
Demokrasi, başka bir deyişle “Halkın, halk tarafından, halk için idaresi”,adapte olmaya en çok zorlandığımız kavramlardan biri. Ailede demokrasi, okulda demokrasi, ülkede demokrasi. Niye bu kadar zorlanıyoruz diye sorarsak kendimize; bu sorunun cevabı olarak “Daha küçük yaşlardan itibaren bu kavramla ve bu yaşam tarzıyla büyümediğimiz içindir.” diyebiliriz. Aile içinde konuşmak istiyorsanız büyük olmak zorundasınız çünkü büyükler varken çocuklar konuşmaz. Soru sormak istiyorsanız uygun zamanı kollamalısınız çünkü öyle her sorduğunuz soru, her zaman her yerde cevaplanamaz, azarı işitirsiniz. Aileyle ilgili hiçbir karara katılamazsınız çünkü sizi adam yerine koyan pek olmaz. Kız çocuğu iseniz zaten bir sıfır mağlup başlıyorsunuz demektir hayata, ağabeyinin yanında konuşulmaz, babanın yanında zaten hiç konuşulmaz, görünmez olmak durumundasınız.
Okullarımızda da durum pek farklı değil. Bir türlü üstümüzden atamadığımız öğretmen merkezli öğretim bizim kabusumuz. Geleneksel yaşam tarzımızın uzantısı olarak kullandığımız öğretme yöntemidir öğretmen merkezli öğretim. Bilginin tek yönlü olduğu, öğretmenin anlattığı ve öğrencinin de sürekli dinlemek zorunda kaldığı yöntemdir bu. Öğretmen öğretir; öğrenci öğrenir(!) Öğretmen konuşur; öğrenci susar. Zaten onlardan da susmaları beklenir. Soru soramazlar; akıllarındakini dillendiremezler; fikirlerini – ne olursa olsun – arkadaşlarıyla ya da öğretmenleriyle paylaşamazlar. Hemen öğretmenden ihtar gelir “Sana konuşma demedim mi?” ya da “Sana izin verdim mi ki konuşuyorsun?” diye.
Bu gibi durumlarda, öğretmenlerin öğrenciyi, öğrencilerin de öğretmeni “öteki” diye algılaması normaldir çünkü insanların kaynaşıp anlaşmaları ve birbirlerini duymaları için konuşmaları gerekir. Onlar hiç karşılıklı konuşmamışlardır ki! Halbuki çocuklar ve gençler kıpır kıpırdır; kendilerini ifade etme gereksinimi içinde konuşmak isterler. Anlatmak isterler; sormak isterler. Ne yazık ki sınıflarımızda çoğunlukla bir monolog hakimdir; bir türlü diyaloga geçememişizdir. Sanki öğrenciler birer kukladır ve ipleri de bizim elimizdedir. Merak etmek, araştırmak, keşfetmek ve paylaşmak sanki öğrencilerimiz için geçerli olmayan kavramlardır. Çocuklar ve gençler sınıfta kendilerine uygun bir ortam bulamayınca susarlar ama bu noktadan sonra içlerinde biriken o bitmez tükenmez enerjiyi nasıl bir kanala aktaracakları da artık bir soru işaretidir.
Öğretmen merkezli ya da tersi olan öğrenci merkezli/iş birlikçi sınıfları, sadece bir eğitim yöntemi meselesi olarak gören çok yanılmaktadır. Mesele, sadece çocuklarımızın hayal dünyasını, yaratma, düşünme yeteneğini neredeyse hiçe saymaktan öte, bir demokrasi eğitimi meselesidir. İş birlikçilik, hem öğrenme etkinliklerinde öğrencilerimize alıştırmamız gereken bir beceridir hem de tüm yaşamları boyunca uygulamaları için öğrenmeleri gereken bir norm. Ülkemizde ortalama bir sınıf ele alındığında, tüm sistemlerin öğretmene bağımlılık üzerine kurulduğu görülür. Bu son derece yanlıştır.
Son yıllarda dünyada ve ülkemizde bir çok iş birlikçi öğrenme teknikleri geliştirilmiş ve bu tekniklerle ilgili yüzlerce araştırma yapılmıştır. Dahası, yapılan araştırmalar, öğrencilerin iş birlikçi öğrenme teknikleriyle bilgiyi daha rahat edindiğini, daha iyi öğrendiğini ve daha uzun süreli hatırladığını saptamıştır. İş birlikçi öğrenmenin tüm yaş gruplarında ve tüm alanlarda problem çözme becerisinin yanı sıra; kodlama, akılda tutma, hatırlama gibi becerileri edinmede de çocuklara avantaj sağladığı araştırmalarla belirlenmiştir. Okullarımızda bu ortamlardan mahrum ettiğimiz çocuklar ve gençler, daha ilerde hiç bilmediği bir ortamın özlemini çekmemekte ve toplum içinde suskun, edilgen, silik ve hatta çekildiği tarafa kolaylıkla giden yetişkinlere dönüşmektedirler.
‘‘Demokrasi ve eğitim’’ konusunun duayenlerinden Dewey, demokrasi kavramını açıklarken demokrasinin bir ‘‘yaşam tarzı’’ olduğunu ileri sürmüştür. Sınıfların, toplumların birer küçük evreni (mikrokozma) olduğunu; dolayısıyla demokrasinin de sınıflarda bir yaşam tarzı haline gelinceye kadar uygulanması gerektiğini belirtmiştir. Bu modele göre, öğretmenin rolü yeniden düzenlenmeli; sınıftaki öğretmen-öğrenci ilişkisi dikey olarak değil de yatay olarak ayarlanmalıdır.
Günümüzde anne-baba olarak öğretmen-okul idarecisi olarak bize düşen en önemli vazife, ailede ve okulda demokrasi kavramını çocuklara ve gençlere aşılamak, onları demokrasiden vazgeçemeyecek hale getirmektir. Herkesin katkıda bulunduğu; herkesin sesinin duyulduğu; karşılıklı fikirlerin değer verildiği ortamlar, aynı zamanda sosyal adaletin de bulunduğu ortamlardır; yani demokratik ortamlardır.
Demokrasi, eğitimde istenilen fakat bir türlü yerleşemeyen bir kavramdır. Sanki demokrasi sadece politik seçimlerde vardır; ama sonra unutulur. Bu yüzden, öğretmenler ve okul idarecileri olarak vazifemiz vahimdir. Bizler, demokrasinin tam olarak öğrenilmesi, ona alışılması ve ülkemizde onun daim kılınması için okullarımızda ve sınıflarımızda özel olarak gayret sarf etmeli; öğrencilerimizi demokratik süreçlerle irtibatlandırmak için daha çok çalışmalıyız. Okullarımızda demokrasinin yeşermesi için öğrenci merkezli/iş birlikçi öğrenmeyi teşvik etmeli; sınıflarımızda bu yöntemin uygulanmasına fırsat vermeli; okullarımızın felsefesini, müfredatını, yöntemlerini, sınıf yönetimini ve sınıf içi alıştırmalarını hep bu amaca yönelik geliştirmeliyiz.
Unutmamalıyız ki geleneksel pedagojiler geleneksel davranış biçimleri üretir. Onun için, öğrencilerimizin yaratıcı kapasitelerini, yurttaşlık/vatandaşlık ve hesap verme sorumluluklarını da kuvvetlendirmeliyiz. Yaptığı davranıştan dolayı hesap vermeye alışan çocuk, yarın öbür gün yanlış olduğunu düşündüğü bir davranıştan dolayı başkasına da hesap sormaya alışır. Hesap vermeye alışmamış çocuk ise sürekli başkalarını suçlar çünkü hiç sorumluluk almamış, hiçbir kararını kendisi vermemiştir. Okullarımızda iş birlikçi eğitimin iyice yerleşmesi için hizmet içi eğitimler tertip etmeli ve süreci yakından takip etmeliyiz. Nasıl trafik ışıklarının anlamını ve işlevini – başlarına bir kaza gelmesin diye – çocuklarımıza öğretip alıştırıyor ve ancak ondan sonra sokağa çıkmalarını izin veriyorsak onların demokratik ortamlarda büyümelerini ve yetişmelerini sağlayıp hayata donanımlı bir şekilde atılmalarına fırsat tanımalıyız.
Çağdaş uygarlıkların yaşam kalite seviyesine ulaşmamız ancak bu şekilde mümkün olacaktır.
Kaynak: Doç. Dr. Zeynep Kızıltepe – Boğaziçi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi